باب:
خوف المؤمن من
أن يحبط عمله
وهو لا يشعر.
36. Mu'minin, Farkında Olmadan Amelinin İptal Edilmesinden
Korkması
-وقال
إبراهيم
التيمي: ما
عرضت قولي على
عملي إلا خشيت
أن أكون
مكذبا. وقال
ابن أبي ملكية:
أدركت ثلاثين
من أصحاب
النبي صلى
الله عليه
وسلم، كلهم
يخاف النفاق
على نفسه، ما
منهم أحد
يقول: إنه على
إيمان جبريل
وميكائيل،
ويذكر عن
الحسن: ما
خافه إلا مؤمن
ولا أمنه إلا منافق.
وما يحذر من
الإصرار على
النفاق والعصيان
من غير توبة،
لقول الله
تعالى: {ولم يصروا
على ما فعلوا
وهم يعلمون}
/آل عمران: 135/.
İbrahim et-Teymî şöyle demiştir: "Sözlerimle amelimi
karşılaştırdığımda hep yalancı çıkmaktan korkarım."
İbn Ebî Müleyke şöyle demiştir: "Nebi s.a.v.'in ashabından
otuz kişi ile karşılaştım, hepsi de kendileri hakkında münafıklıktan korkuyorlardı.
Hiçbirisi kendisinin Cebrail ve Mikâil gibi bir imana sahip olduğunu
söylemezdi."
Hasen-i Basri'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:
"Bundan ancak mu'min korkar, münafık emin olur."
"Bir de onlar bilerek günah İşlemekte ısrar etmezler [Al-i
İmrân, 135] ayeti sebebiyle, tevbe etmeksizin nifak ve isyanda ısrar etmekten
sakındırmak.
حدثنا
محمد بن عرعرة
قال: حدثنا
شعبة، عن زبيد
قال: سألت أبا
وائل عن
المرجئة فقال:
حدثني عبد
الله: أن
النبي صلى
الله عليه
وسلم قال:
(سباب المسلم
فسوق، وقتاله
كفر).
[-48-] Zeyd şöyle demiştir: Ebu Vail'e Mürcie mezhebinde olanlarla
savaşma konusundaki görüşünü sordum, şöyle söyledi: Abdullah bana Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle söylediğini bildirdi: Müslümana sövmek
fısk, onunla savaşmak küfürdür.
Tekrar: 6044, 7076
Diğer tahric: Tirmizî, İman; Müslim, İman
AÇIKLAMA: Mu'minin, farkında olmadan amelinin iptal
edilmesinden korkması" : Bu konu özel olarak Mürcie mezhebinin görüşünü
reddetmeye yöneliktir. Gerçi önceki konularda da onların görüşlerini reddeden
bölümler vardı, ancak bîd'at ehlinden başkaları da o kapsama giriyordu. Bu konu
ise öyle değildir.
Mürcie, ertelemek anlamında olan "irca" kelimesinden
türetilmiştir. Çünkü onlar amelleri İmandan ayırarak bir anlamda ertelemekte ve
şöyle demektedirler: "İman kalp ile tasdikten ibarettir". Onların
çoğunluğu iman'ın dil ile söylenmesini de şart koşmamışlardır. Bu mezhepte
olanlar isyankârlar için de kâmil anlamda iman isminin söz konusu olacağını
söyleyerek şöyle demişlerdir: "İmanla birlikte hiçbir günahın zararı
olmaz". Onların görüşleri usül kitaplarında bilinmektedir.
Önceki konu ile bunun bağlantısı şudur: Cenaze'nin ardından
gitmek cenaze yakınlarının haklarının gözetilmesine imkân verir, yahut da bu
hem ölünün hem de yakınlarının haklarına riayet anlamına gelir.
Hadisin bağlamından, vaad edilen sevabın bu işi tamamen Allah
rızası için yapanlar hakkında geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Buhârî bu hadisin
ardından kişinin bir engel sonucu halis niyetle yapmayı kasdettiği şeyi
yapamaması ve bu yüzden farkında olmaksızın vaad edilen sevaptan mahrum kalması
konusunu getirmiştir.
Amellerin
İptal Edilmesi
Amelinin iptal edilmesi Kişinin işlediği amelinin sevabından
mahrum kalması demektir. Çünkü kişi yalnızca halis olarak yaptığı amellerin
sevabını alır.
Bu konuda son söz şudur: İptal iki türlüdür:
1. Bir şeyden dolayı bir şeyin iptal olması ve birinin diğerini
tamamen gidermesi. Örneğin küfür imanı, iman da küfrü iptal eder. Bu her iki
bakımdan da kesin bir iptaldir.
2. Dengenin iptal olması: İyiliklerle kötülükler teraziye
konulduğunda iyilikleri ağır basan kurtulur. Kötülükleri ağır basanın durumu
Allah'ın dilemesine kalır: Dilerse bağışlar, dilerse azap eder. Amelin Allah'ın
iradesine bağlı hale gelmesi bir açıdan iptaldir. Çünkü bir menfaati ihtiyaç
anında durdurmak onu iptal etmektir. Cehennemden çıkıncaya kadar azap etmek ise
bundan daha şiddetli bir iptaldir. Her ikisinde de göreceli bir iptal söz
konusu olup buna mecazen iptal denilmiştir. Bu hakiki anlamda bir iptal
değildir. Çünkü kişi cehennemden çıkarılıp cennete sokulunca, yaptığı amellerin
sevabı kendisine döner. Bu, iki tür iptali birbirine eşit görerek günahkâr
kişinin kâfir olduğuna hükmedenlerin ki Kaderîler'in büyük çoğunluğu bu
görüştedir- görüşüne aykırıdır.
İbrahim et-Teymî tabiun, fakih ve abidlerindendir. Onun sözü iki
farklı şekilde rivayet edilmiştir. Bunların birine göre onun sözünün anlamı
şudur: "Amelimin sözümden farklı olduğunu görenlerce; 'doğru olsaydın
söylediğine aykırı davranmazdın' denilerek yalanlanmaktan korktum". Teymî
insanlara vaaz ettiği için bu sözü söylemiştir. Çoğunluğun rivayetine göre ise
bu sözün anlamı şudur: "İnsanlara vaaz etmeme rağmen amelde elimden geleni
yapmamaktan korktum". Yüce Allah iyiliği emredip, kötülüğü yasakladığı
halde, amelde kusurlu davrananları şu sözü ile kınamıştır; "Yapmayacağınız
şeyleri söylemeniz Allah katında büyük bir nefretle karşılanır".[Saf, 3]
Bu sebeple İbrahim et-Teymî yalanlayanlara benzemekten korkmuştur.
Sahabenin
Nifaktan Korkması
Hadisin rivayet zincirinde yer alan İbn Ebî Müleyke'nin gördüğü
en büyük sahabiler Hz. Âişe, ablası Hz. Esma, Ümmü Seleme, Abadile (dört
Abdullah): (ibn Ömer, ibn Abbas, ibn Amr, ibn Zübeyr), Ebû Hureyre, Ukbe b.
Haris, Misver b. Mahreme'dir. Bunlar kendisinden hadis dinlediği sahabîlerdir.
İleriki yaşlarda bunlardan daha büyük sahabilerle de karşılaşmıştır, ki bunlar
arasında; Hz. Ali, Sa'd b. Ebu Vakkas vardır. Onların tümünün amellerde
nifaktan korktuğunu belirtmiştir. Onların dışmdakilerden buna muhalif bir şey
nakledilmediğinden, bu konuda bir tür icma gerçekleşmiştir. Bu korkunun sebebi
şudur: Mu'min kişinin ameline onun ihlasını zedeleyen durumlar arız olabilir.
Onların bundan korkması, bunun mutlaka gerçekleştiği anlamına gelmez. Bu aşırı
derecede ihtiyatlı ve takva sahibi olmalarından kaynaklanmaktadır.
İbn Battal şöyle demiştir: "Onların korkmasının sebebi uzun
yaşadıklarından daha önce alışık olduklarından farklı bazı değişiklikleri
görmüş olmaları ve bunları reddetmeye güç yetirememeleridir. Onlar susmak
suretiyle buna boyun eğmiş sayılmaktan korkmuşlardır."
"Hiçbirisi Cebrail ve Mikâil gibi bir imana sahip olduğunu
söylemezdi Yani Cebrail'in imanına nifakın bulaşmasından emin olunduğu gibi,
kendilerinin de" bu şekilde iman ettiklerini söylemezlerdi. Bu,
sıddıkların imanı ile diğer insanların imanının aynı seviyede olduğunu söyleyen
Mürcie mezhebinin aksine, söz konusu kişilerin Mu'minlerin iman bakımından
birbirinden farklı olmalarını kabul ettiklerini göstermektedir.
Münafıklıktan
Korkmak Mu'minin Özelliğidir
Hasan-ı Basrî'nin "Bundan ancak Mu'min korkar, münafık emin
olur" sözünde neyi kasdettiği konusunda bazı yanlış anlayışlar ortaya
çıkmıştır.
Nevevî bunun anlamının "Allah'tan ancak Mu'min korkar,
münafık emin olur" şeklinde olduğunu söylemiştir. Yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimse için iki cennet
vardır.[Rahman, 46]
"Allah'ın mekrinden ancak hüsrana uğrayanlar emin
olur". İbnü't-Tin ve sonraki alimlerden bir kısmı da bu sözü bu şekilde
açıklamışlardır. Kirmani de bunu kabul etmiştir.
Ben (İbn Hacer) derim ki: Bu görüş doğru olmakla birlikte
Buhari'nin ve kendisinden nakledilen Hasan-ı Basrî'nin kasdettiği şeyden
farklıdır. Bunun sebebi sözün çok özet olarak ifade edilmiş olmasıdır. Bağlama
bakıldığında Hasan-i Basrînin bu söz ile münafık olmayı kasdettiği
anlaşılmaktadır. Muallâ b. Ziyad'ın şöyle dediği nakledilmiştir: Hasan'ın bu
mescitte "Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki geçmiş ve
gelecek her Mu'min nifaktan korkar. Geçmiş ve gelecek her münafık ise
münafıklık korkusundan kendisini güvende sayar" dediğini duydum.
Ahmed b. Hanbel elman adlı eserinde şöyle demiştir: Ravh b.
Ubade, Hişam'dan o da Hasan'dan şunu nakletmiştir: "Vallahi geçmiş gelecek
her mu'min nifaktan korkar. Bundan ancak münafık kendini güvende sayar".
Allah'tan korkmak, istenilen ve övülen bir şey olmakla birlikte bu konu bir
başka şey ile ilgilidir.
Tevbe etmeksizin nifak ve isyanda ısrar etmekten
sakındırmak": Buhârî'nin bu sözü söylemedeki amacı Mürcie mezhebini
reddetmektir. Çünkü onlar imanın bulunmasından sonra günahlardan sakındırmanın
söz konusu olmadığını söylemişlerdir. Bâb başlığında zikredilen âyet onların
görüşünü reddetmektedir. Çünkü Yüce Allah günahtan istiğfar edip, bu fiilde
ısrarlı olmayanı övmüştür. Bundan, istiğfar etmeyip bu fiilde ısrarcı olanların
övülmediği sonucu çıkar.
Konu başlığının kapsamında yer alan diğer bazı âyetler de
şunlardır: "Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı.[Saf, 5]
"Gönüllerini ve gözlerini gerisin geriye döndürürüz de daha
önce iman etmedikleri gibi yine İman etmezler.[En'am, 110]
"Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne
yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle
bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.[Hucurât, 2]
Sonuncu âyet kasdedilen anlama diğerlerinden daha çok delil
olmaktadır. Günah nifakına ısrar eden kişinin inkâr nifakına düşmesinden
korkulur. Buhârî, Ahmed b. Hanbel'in Nebi s.a.v.'den rivayet ettiği Abdullah b.
Amr'ın şu hadisine işaret etmiş olmaktadır: "Bilerek yaptığı günahlarda
ısrar eden ısrarcılara yazıklar olsun!". Yani tevbe eden kişinin tevbesini
Allah'ın kabul edeceğini bildikleri halde istiğfarda bulunmayanlara yazıklar
olsun. Bunu Mücahid ve başkaları söylemiştir. Tirmizî, Hz. Ebû Bekir'den merfu
olarak şunu rivayet etmiştir: "Kişi günde yetmiş kere aynı günahı işlese
bile istiğfarda bulundukça günahta ısrar etmiş olmaz". Bu hadislerin
tümünün senetleri hasendir. (Hasen: Sahih ile zayıf
arasında ve makbul hadis çeşididir)
Fısk
Fısk: Sözlükte çıkmak demektir. Dinde ise Allah ve Resûlü'ne
itaatten çıkmak anlamına gelir. Dinî ıstılahta, isyanın en şiddetlisine bu isim
verilir. Yüce Allah teala şöyle buyurmuştur: "Küfrü, fıskı ve isyanı da
size çirkin göstermiştir.[Hucurat, 7] Bu hadis müslümanın hakkını yüce
saymayı, haksız yere ona söven kişinin
Iraklığına hükmedileceğini ifade etmektedir. Bu, Mürcie mezhebini reddetmeyi
gerektirir. Bundan Ebu Vail'in onlar hakkındaki soruya verdiği cevabın
uygunluğu anlaşılır. O şöyle demiş olmaktadır; Nebi s.a.v. şöyle, şöyle dediği
halde onlarla savaşmak nasıl hak olabilir?
Müslümanla
Savaşmak insanı Dînden Çıkarır mı?
"Onunla savaşmak küfürdür": Şu söylenebilir: "Bu
hadis Mürcie mezhebini reddetse bile hadisten ilk anda anlaşılan anlam, büyük
günahlardan dolayı insanların kâfir olduğunu söyleyen Haricîleri
desteklemektedir".
Buna şu şekilde cevap verilir: a. Bid'at mezhebinde
olan kişiyi reddetmedeki mübalağa bunu gerekli kılmıştır. Bu hadiste Haricîleri
destekleyen bir unsur yoktur. Çünkü hadisten, ilk anda anlaşılan şey
kasdedilmemektedir. Savaşmak, sövmekten daha şiddetli olunca -çünkü savaş
kişinin ölümüne yol açar savaşı fısk sözcüğünden daha şiddetli bir sözcük olan
küfür sözcüğü ile ifade etti. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) bununla insanı
dinden çıkaran inkarcılığı kasdetmemiş, aşırı bir biçimde bundan sakındırmak
için buna küfür demiştir. Bu konuda bunun benzeri bir şeyin insanı dinden
çıkarmadığı temel kuralına dayanmıştır. Bu temel kurallara örnek olarak şefaat
ile ilgili hadisi ve şu âyeti verebiliriz: "Allah kendisine ortak
koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları dilediği kişi için
bağışlar.[Nisa, 48] Buna "günahların cahiliye işlerinden olduğu"
konusunu açıklarken işaret etmiştik.
b. Diğer bir ihtimale
göre müslümanla savaşmaya küfür denilmesi, bunun küfre benzemesinden dolayıdır.
Çünkü müslümanla savaşmak kâfirin yapacağı bir iştir.
c. Şöyle de
denilmiştir: Burada küfür kelimesinin sözlük anlamı olan "örtmek"
kasdedilmiştir. Çünkü Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı ona yardım etmektir
ve eziyet değil. Kişi onunla savaştığında bu hakkın üzerini örtmüş olur.
Üçüncü görüşün aksine ilk ikisi Buhârî'nin kastına ve bunu
yapmaktan sakındırmaya daha uygundur.
d. Diğer bir görüşe
göre Nebi s.a.v. bu uğursuz fiilin sonunda insanı küfre götüreceğinden
hareketle buna küfür demiştir. Bu ihtimal zayıftır.
e. Hadiste ifade
edilen küfrü Müslümanla savaşmayı helal sayana hamletmek dördüncüden de uzak
bir ihtimaldir. Çünkü bu konu başlığına uymamaktadır, Şayet bu kasdedilmiş
olsaydı Müslümana sövmekle onunla savaşmak arasında bir fark kalmazdı. Çünkü,
geçerli bir yoruma dayanmaksızın müslümana la'net etmek de küfürdür. Ayrıca bu,
geçerii bir yoruma dayanmaksızın bunu yapan kişiye yorulur.
Bu hadise benzeyen diğer bir hadis de Nebi s.a.v.'in şu sözüdür:
"Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirler haline dönmeyin".
Bu hadiste geçen kâfirler kelimesi hakkında da yukarıdaki ihtimaller söz
konusudur. Bu konu Fiten bölümünde gelecektir. Yine bunun bir benzeri de şu
âyettir: "Bunun ardından sizler, (verdiğiniz sözün tersine) birbirinizi
öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta
onlara karşı bileşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu
halde (hem çıkarıyor hem de) size esirler olarak geldiklerinde fidye verip
onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz Kitab'm bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr
mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak
rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin
yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.[Bakara, 85] Ayet'i İşin
büyüklüğünü belirtmek için bazı amellere küfür adı verildiğini göstermektedir.
Müslim'de yer alan "Müslümana lanet etmek onu öldürmek gibidir"
hadisine gelince, söz konusu hadis buradaki hadise aykırı değildir. Çünkü
kendisine benzetilen, benzeyenin üstündedir. İkisinin ortak olduğu nokta etki
bakımından ikisinin de son dereceye varmasıdır. Lanet etmek insanın kişiliğine,
öldürmek canına karşı son derece kötü bir saldırıdır.